26 Ağustos 2016 Cuma

Bir De Baktım Yoksun - Kırmızı (Yekta Kopan)


Kahramanımız ve Ayfer, lambacı dükkanı işleten Muzaffer Köroğlu'nun, Edward Hopper'ın "Gas" tablosunun orijinal eskizini nasıl edindiğinin ilginç hikayesini dinlemeye gider. İstiklal Caddesi'nde yürümenin nasıl bir şey olduğu şu şekilde tanımlanır:

“Yürümeye devam ettik, tavırlı olduğumuz iki tanesi hariç önümüze gelen bütün kitapçılara girdik, birkaç dergiye baktık, Kızılderili masallarıyla ilgili bir kitap aradığını söylüyordu Ayfer kaç zamandır, Robinson’da görünce çaktırmadan alıp hediye ettim, ne kadar çok kahveci açıldığını görüp şaşırdık, hani biz çayseverdik, ne oldu böyle diye hayıflandık, Greenpeace üyesi olup olmayacağımızı soran gençlere kibarca gülümsedik, kitapçılardan-kafelerden bangır bangır yükselen birörnek şarkıyı defalarca dinledik, uzun bir cümlenin içinden geçer gibi geçtik İstiklal’den.”

Muzaffer Ağbimizin eskizi edinme hikayesi ise söyle:

“Bahtiyar Abim, üstadın tablolarına nasıl bir tutkuyla bağlandığımı biliyordu. Berlin’de bir müzayedede bu eskizin satışa çıkacağını duyunca, keşke gelsen de görsen diye aradı. İnanır mısınız, o anda kararımı verdim. Açıkartırmaya katılmak bile yeterdi bana. Bir iki kere elimi kaldırsam, hayalimi satın alacak kadar cesur olduğumu kendime göstersem kâfiydi. En önemli sorun parayı temin etmekti. Onun için de gereken fedakârlığı yaptım. Güvercin Çıkmazı’ndaki ev hiçbir şey ifade etmiyordu benim için, sattım gitti. Üstüne bir de banka kredisi aldım. Yanlış anlamayın, eskizi alacağıma inandığımdan değil, dedim ya, ilk bir iki fiyatta elimi kaldırayım, Hopper üstada o kadar yaklaşayım, başka da bir şey istemiyorum. Koydum cebime parayı, gittim Almanya’ya. Bahtiyar Abim, radyoda çalışan bir arkadaşına benim bu tutkumdan bahsetmiş. O da bir Alman televizyoncuya gitmiş. O ona, öbürü öbürüne derken hadise başka bir hal almış. Müzayedenin olacağı gün salon kameralarla, mikrofonlarla doluydu. Herkes benimle mülakat yapmak istiyor. Benim Almancam çat-pat, Bahtiyar Abim vesilesiyle derdimi anlatıyorum. Müzayede salonunun yetkilileri, koleksiyon sahibesi hanımefendiyle tanıştırdılar. Bunlar aralarında başka dillerde bir şeyler konuştular, yan yana fotoğraflarımız çekildi, bir tantana ki sormayın gitsin. Uzatmayayım efendim, anlayacağınız, hikâyem içlerine işlemiş olacak ki her tür kolaylığı gösterdiler. Kolaylık dediysem, zamanında izlediğimiz filmlerdeki gibi, acıyıp da hediye etmediler tabii. Götürdüğüm bütün para kanatlandı uçtu. İstanbul’a el elde el başta döndüm. Yine de Allah’a şükür, emekli maaşı falan, kimseye muhtaç olmadan başımı sokacak bir yer buldum. Aç değilim açıkta değilim. O banka kredisi olmasaydı şu yaşımda tekrar çalışmazdım, ne yaparsınız, borcum namusumdur. Şimdi böyle söylenince yanlış anlaşılmasın, inanın hiç pişman değilim. Bir kâğıt parçasına bu kadar para verilir mi diye gülenler oldu, delirmişim gibi baktı çevremde kalan üç beş dost. Bari iyi bir fiyata okut da belini doğrult diyen densizler bile oldu. Allah sattırmasın, ölene kadar yanımda olacak bu hazine. Sonrasında da memleketimin bir müzesi alır, kıymetini bilir. En kötüsü ne biliyor musunuz? Haber yapmaya gelen gazetecilerin bazıları bile müstehzi güldüler halime. Sizce yanlış mı yapmışım Ayfer Hanım?”